26 Haziran 2009 Cuma

R.I.P. Michael Jackson !

Michael Jackson started in the music business at the age of 11 with his brothers as a member of the Jackson 5. In the early 1980s, he defined the art form of music video with such ground-breaking videos as "Billie Jean," "Beat It" and the epic "Thriller." Jackson's sound, style and dance moves inspired subsequent generations of pop, soul, R&B and hip-hop artists.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Gerard Butler ile Gamer

Eğlenceli Crank serisiyle dikkatimizi çeken Neveldine/Taylor kafadarlar, "yahu kanka şu Leonidas'ı alıp geleceğe götürelim eline de bir otomatik silah verelim yardırsın" demişler ve ortaya bu süper düper aksiyon çıkmış :)

12 Mayıs 2009 Salı

Arthur ve Maltazard'ın intikamı

Ülkemizde 4 Aralıkta vizyona girecek, önceki filmde PR a servet harcamadığı için çok gözönünde bulunmayan ve hakkettiği ilgiyi görmediğine inandığımız Luc Besson filminin devamı. İlk filmde filmin tamamı animasyon olmamasına rağmen, animasyon kalitesinin pixar'ın ve dreamworks'ün işlerinden aşağı kalır yanı yoktu.

International Teaser

5 Mayıs 2009 Salı

The Hunt Has Begun!

9.9.09


Tim Burton ve Timur Bekmambetov'un desteğiyle Shane Acker'in kısa animasyonu "9" sinemaya geliyor.
resmi sitesi

3 Mayıs 2009 Pazar

District 9

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Transformers 2 yardıra yardıra



Taş hatun var, transform olan robotlar var, istemediğiniz kadar patlama çatlama, kavga dövüş kapışma var, daha ne olsun :P

28 Nisan 2009 Salı

AntiChris♀

Lars Von Trier, nev'i şahsına münhasır bir arkadaşımız. Seveni, sevmeyeni çok. Ama yaratıcı olduğu ve sinema sanatına kattığı bakış açısı inkar edilemez. Filmlerinde genel olarak bir tekinsizlik zaten varsayılan* olarak gelir. Bu tekinsizlik içinde öyküler anlatan Trier, şimdi korku janrına dalmış durumda.




Başrolleri Willem Dafoe ve Charlotte Gainsbourg'un paylaştığı film, 2009 yılında gösterime girecek. Konu çok kabaca çocuklarını kaybeden bir çiftin, orman evinde başından geçenler şeklinde.

*: default

23 Nisan 2009 Perşembe

Star Trek evet

Eric Bana evet
J.J. Abrams evet
gene mi Star Trek? evet
hemen burun kıvırmayın sonra dumur olmayın
bizden söylemesi ;)

web+trailer
Türkçe altyazılı trailer

Güneşi Gördüm desem yalan olur

Mahsun'un türkücülüğe geri dönmesi en büyük hayalimiz. Hayır Alişan Özcan falan da gaza gelip film yapma işine dalarsa bittik yani.
ha bi de unutmadan, Hollywood'dan ne eksiğimiz var, afiş tamam geriye film yapmak kaldı o kadar

20 Nisan 2009 Pazartesi

Tarantino'nun "Piçleri"

19 Nisan 2009 Pazar

Eisenstein'a Selam Çakalım

Montaj+kurgunun babası, a+b=c diyerek kurgu ve diyalektiği birleştiren, yüzyıl önce aks atlamasını keşfeden (darısı hala keşfedemeyen yönetmenlerimizin başına) gelmiş geçmiş en büyük sinemacı ve sinema kuramcılarından olan Eisenstein'a bir saygı duruşunda bulunayım istedim.




Tüm zamanların en iyi kurgularından biri olan, onlarca filmde referans olarak kullanılan Potemkin Zırhlısı filmindeki ünlü "Odessa Basamakları" sahnesini hep beraber izleyip hatırlayalım:



Bu da en ünlü referanslardan biri olan Brian De Palma'nın The Untouchables filmindeki merdiven sahnesi ve delirmiş kurgusu:

Sinemaya Felsefi Bakış: The Pervert's Guide to Cinema

Bir süre önce Bilgi Üniversitesi'nin konuğu olarak ülkemizde de bulunan Slovak filozof Slavoj Zizek, bize sinemanın "içini" gösteriyor. Yönetmenliğini Sophie Fiennes'in yaptığı 2006 yapımı 2 saati aşan bu dökümanterde Zizek, sinemaya, filmlerin anlattığı "şeylere" psikanalitik açıdan yaklaşıyor ve bize sinemanın nihai "sapkın" sanat olduğunu açıklıyor.

"Bugünün dünyasını anlayabilmek için tam anlamıyla sinemaya ihtiyacımız var. Gerçek hayatta karşı karşıya kalmaya hazır olmadığımız bu kritik boyutu ancak sinema ile karşılayabiliriz.
Eğer realitenin içinde ne olduğuna bakıyorsanız, yani gerçeğin kendisinden daha gerçek olan şeyin ne olduğuna bakıyorsanız, sinemanın kendi içindeki kurmaca evrenine bakın."




İncelediği ve örnekler verdiği filmler:
possessed, the matrix, the birds, psycho, duck soup, monkey business, the exorcist, testament of dr mabuse, alien, the great dictator, mulholland drive, alice in wonderland, the red shoes, dr. strangelove, fight club, dead of night, the conversation, blue velvet, vertigo, psycho theatrical trailer, solaris, the piano teacher, wild at heart, lost highway, dune, persona, eyes wide shut, blue, in the cut, the wizard of oz, frankenstein, 10 commandments, dogville, alien resurrection, to catch a thief, saboteur, rear window, north by northwest, stalker, kubanskie kasaki, ivan the terrible (part two), pluto's judgment day, city lights.

"Düşünmeyi seven" her sinemaseverin mutlaka izlemesi gereken bir yapım.

Ayrıca bu belgeselin kitap versiyonu diyebileceğimiz eseri Türkçede "Yamuk Bakmak" ismiyle yayınlanmıştır: Ideefixe Link

13 Nisan 2009 Pazartesi

Knowing Ortadan yarmış

Fazla spoilera girmek istemiyorum ama bunu demezsem ölürüm;
Sadece uçak kazasını izleyin,
gerisini izlemeseniz de olur.
Kelimenin tam anlamıyla böyle "yarmış" bir sahne izlememiştik epeydir oehhhhh. titreeee.

9 Nisan 2009 Perşembe

Terminator Salvation 4 yeni TV spotu











HD kalitesi için sol alttaki HD+ butonlarına tıklıyoruz
tv spot 1
tv spot 2
tv spot 3
tv spot 4

1 Nisan 2009 Çarşamba

Val Kilmer bizi diskoya götür!

Sinemada hapishane filmlerinin özel bir yeri vardır. Hapishane, insanlar için en gerçek kabuslardan biridir. İnsanlığın kökeninde yer alan direnme, üst düzey rekabet, güç, hayatta kalma kavramlarının somutlaştığı mekandır hapishane. Ve ne yazık ki, her an, içimizden herhangi birinin -masum olsa bile- her an gitme şansının olduğu yerdir.
Hadise bu derece gerçek ve hayatın içinden bir kavram olduğundan mütevellit, birçok sıkı hapishane filmi vardır, kanımca Shawshank Redemption ve Papillon başta olmak üzere Birdman of Alcatraz, Cool Hand Luke, American History X, Brubaker, Animal Factory, Das Experiment, dizi olarak Oz ve şu an aklıma gelmeyen birçokları.

Başrollerde, neredeyse kusursuz bir portre çizen Val Kilmer ve hapishane kavramının ne kadar hayatın içinde ve gerçek olduğunu bize gösteren Stephen Dorff'un oynadıkları, yönetmenliğini Ric Roman Waugh'ın yaptığı Felon, bu listede üst sıralara oynayabilecek bir film, tavsiye ediyoruz!


Ayrıca Danny Samson rolünü oynayan Chris Browning'in neredeyse hiç konuşmamasına rağmen çarpıcı bir performans sergilediğini belirtelim. Tek şikayetim, belalı gardiyan rolündeki Harold Perinneau'nun o çocukmuş da 1 günde büyümüş ifadeli yüzüyle rolüne pek oturmadığı.


27 Mart 2009 Cuma

Anime'den gerçeğe: Blood The Last Vampire

Anime seviyoruz, vampir seviyoruz, Blood seviyoruz, sinema seviyoruz, zevkten eriyoruz.
Amerikan çizgiroman ve çizgifilm karakterlerinden sonra önümüzdeki yıl bol bol uzakdoğu anime ve manga hikayeleri sinemaya uyarlanacak ortam coşacak. Spielberg'in 3D Live Action Ghost in the Shell projesi ortalıkta dolaşırken Blood ile ısınmaya başlamak hiç fena olmaz.
Yapımcılar arasında Hero ve Crouching Tiger and Hidden Dragon gibi uzakdoğunun kapasitesini gösteren filmlerin yönetmeni Ang Lee var. Yönetmen ise Kurtlar imparatorluğu ve Kiss of the Dragon'dan tanıdığımız Chris Nahon. Seyreyle gümbürtüyü :D

Spike Jonze'dan vahşi bişiler

Maurice Bendak'ın fantastik kitabının uyarlaması olacak filmde Spike Jonze adını duyunca tabi ki filmi daha çok merak ediyoruz. Evet animasyon fantasyon atraksiyon meraklısıyız itiraf ediyoruz ama önce hikaye, önce yönetmen, sonra efekt tatlısı isteriz ana yemeğin üstüne. Sadece hep tatlı hep tatlı nereye kadar :)
Where The Wild Things Are: Apple trailers

24 Mart 2009 Salı

Kazuaki Kiriya'dan Goemon



Casshern'i tek başına yazan, yöneten, görüntüleyen ve kurgulayan delirmiş yönetmenden bir martial arts fantazi daha. Casshern mi o da ne ki ya demeyin sakın uçan tekme atarım :D

22 Mart 2009 Pazar

Watchmen: şiddetle tavsiye ediyoruz (!)



PR ve trailerla aldık gazı aldık gazı, Alan Moore deyince heyecanlandık her ölümlü gibi. Bu film hakkında muhteşem şeyler söylemeyi çok isterdim, büyük hevesle sinemada izledik. Ama nası yani bu mu, bitti mi? diyerek çıktık sinemadan.
Aklı bir karış havada, Alan Moore, seyirci, medya, eleştirmenler ve rakip filmlerin baskısı altında ipin ucunu kaçırmış feleğini şaşırmış bir yönetmen gördüm ben bugün.

"efekt filmi olmayacak olmayacakk, herkes bu film konuşacak, ben de müthiş aşmış entellektüel ve olgunlaşmış yönetmen diye anılacam artık" diye kendini kasıp Brian De Palma, Michael Mann ve hatta Coppola tarzı bir suç filmi yapmaya çabalar ama aynı zamanda -300'ün evrenine fena halde yakışan ve asla sırıtmayan- o abartılı kavga sahnelerini bu -sözde ciddi olması gereken- filmin içine sokup uzatırsan, o da yetmiyormuş gibi boyundan büyük vfx sahnelerini -sırf filmi olduğundan daha büyük göstermek için- romandakinden daha da abartılı halde sunarsan sana herşey müstehak Zack kardeşim.

Hatalarını daha net anlayabilmen için maddeler halinde saydırıyorum :)

-Bir yönetmen neyi kimin açısından anlatacağına karar veremiyor ve "herşey herşey olsun en iyisi" dediğinden, iyisi kötüsü belli olmayan nasıl bir karışık ızgara ortaya çıkıyor,
-yazarı bile reddettiği ve protesto ettiği halde, uyarlanması belki de zor ve hatta gereksiz olan bir romanı -yazarı iplemeyip- ısrarla sinemaya uyarlayarak, Nolan'ın Dark Knight ile yarattığı önemli geri dönüşe feci halde nasıl gıpta ettiğini belli ediyor,
-bütün şaa şaalı kavga gürültüye ve abartılı efekt sahnelerine rağmen bir film nasıl sinemada kılınızı bile kıpırtadamıyor,
-Çok uzun diyaloglara ve üstüne üstlük hala romandaki Allan Moore'un anlattığını anlatamadığından sürekli bir kafa sesine ihtiyaç duyuyor ve bu kafa seslerini Frank Miller'in Sin City'si ve Spirit'ine benzetmekten nasıl çekinmiyor ( Bu kadar çok diyalog dinlicektim madem sinemaya niye gittim, çizgiromanını oturup okurdum tekrar)
-Bütün kasışa rağmen bir süper kahraman filmi ne Dark Knight, ne 300, ne de Sin City nasıl olamıyor, görmek için mutlaka izleyiniz, şiddetle tavsiye ediyoruz.

Filmin bayma faktörünü artıran yığınla ögelerden seçmeler;

1. Jenerikteki bitmek bilmeyen kafa ... şarkı (Bob Dylan)
2. Sık sık Dr. Manhattan'ın cinsel organının gözümüze sokulması. Tamam anladık Zack :)
3. Film ciddi olmaya çalışırken Malin Akerman'ın Zeyna tadında cheesy pozları ve emanet duran kostümü. (yandaki fotoya bakın yalanım varsa Mr. Bean olayım)
4. Bütçenin yarısını harcamasına rağmen CG Mars sahnelerinin dizi efekti düzeyinden öteye gidememesi (bknz. bunu ben de yaparım)
Filmden çıkıp şoka girenlere daha mütevazi bir bütçe ile (watchmenin yarısı kadar) hem ağır durabilen ve aynı zamanda eğlendirebilen, görsel efektleri yazlık blockbusterlardan eksik kalmayan, yazarına da bilfiil filmin yapımına dahil edecek kadar değer veren ama işi romanın ötesine taşımaktan da çekinmeyen bir Hellboy II Golden Army izleyip kendilerine gelmelerini tavsiye ederim. Prens Nuada var ya bu watchmen'in alayını pataklar, Hellboy tenezzül bile etmez :) -Nuada sen giriş koçum, ben puromu yakıp geliyorum.

Son olarak filmde tek önemli ve etkilendiğimiz karakter Rorshack ve onun hikayesinin bulunduğu tüm sahneler. Film keşke sadece Rorshack olsaymış. Belki o zaman Alan Moore'un neden watchmen'in sinema filmi olamayacağını söylemesine anlam verebilirdi Zack.

20 Mart 2009 Cuma

David Fincher'dan Animasyon film: The Goon

Blur animasyon stüdyosu'nun yaptığı 3D film Dark Horse Comics'ten çok bilmediğimiz bir hikaye The Goon'un perdeye uyarlaması. Fincher deyince tabi ki dikkat kesiliyoruz hemen gelsin, derhal.

Eric Powell'in The Goon sitesi

18 Mart 2009 Çarşamba

Pacino is Rififi !

Rififi bilir misiniz? Bilmeyen artık herkes öğrenecek.

1955 Fransız soygun klasiği Rififi bir kara film şaheseri olarak anılmakla kalmayıp 30 dakika süren diyalogsuz, müziksiz soygun sahnesiyle bir sinema dersi adeta. Remake yerine filmin çağdaş bir yorumunu çekecem demeyi tercih eden Harold Becker, başrole Pacinoyu seçip kalbimizi çalıyor.

Twilight - Ahududu almazsa ayıp

Kitabı okumadım, senaryolaşırken mi oluverdi bilmiyorum ama bu nedir? Bir vampir neden insan sevgilisini sırtına maymun gibi takar daldan dala sıçrar? Ucuz numaralarla hızlı hareket ederek pırr pırr diye niye dolanır? (ucuz derken "Nochnoy Dozor"daki baykuştan insana shapeshift/transform durumunun hiç süslemeden ne kadar iyi, özgün ve dramatik olarak kotarıldığını hatırlatmak isterim)
Bir tarafta (sevevi sevmeyeni tartışmadan) vampirlerle ilgili mitolojiden, efsaneden beslenen örnekler var (bkz. Underworld, Vampirle Görüşme, Bram Stoker'ın Drakula'sı bile) kah yaratık tasviri, kah hikaye olarak tutarlı ve sürükleyici; diğer yanda, nemesisin nerdeyse filmin sonuna kadar ortaya çıkmadığı (tehlike arzetmediği) akabinde kahraman tarafından tabiri caizse (bi fiskede yere devrildiği) gizem (tabi varsa) burnumuza burnumuza sokulan; ay ne yakışıklı çocuk, ne cici kız demenin ötesine geçmeyecek; romantik bile diyemeyeceğim kadar yapış yapış bir film.
Yok vampirin derisi güneşte ışıl ışıl parlıyormuş da o yüzden kapalı havayı tercih ediyormuşlar, yoksa gün ışığında yanma falan yokmuş hop kardeşim sizin ne haddinize yahu? Yok modern ve minimalist akvaryum evde yaşıyorlarmış, ne şirin. Ha bir de iyi vampirler ailecek beyzbol oynuyorlar, ne tipik.
Bir de bir araba fanatiği varmış serinin allah akıl fikir versin...

Üstüne üstlük filmin gişesi, vampir aleminde klasik kabul ettiğimiz Interview with Vampire ve Coppola'nın Dracula'sını bile geçmiş durumda. Vampirlerin maymuna döndüğü romantik komedi (!) devam filmleri bizi bekliyor hazır olun >:(


















Vampirliğin haysiyeti yerlerde...

Mahşerin 4 seri katili

Bir remake olmayan, devam filmi hiç olmayan, bir kitaptan ya da çizgiromandan da uyarlanmayan, kendi başına ayakta durup kendi hikayesini anlatan orijinal bir film (demek istiyorum).
Bu özellikleriyle bile merak ettiren filmde Quaid'in ne işi var yahu demeyelim bir izleyelim görelim. Come and See !
Korku-gerilim kıvamında ne zamandır birbirinin kopyası, klişe torbası ve "ulan yine mi aynı muhabbet?" dedirten filmlerden sonra, umarız fast forward yapmadan sonuna kadar kasılarak izleyeceğimiz bir film çıkar bu. Bak tuttum kendimi indirip izlemedim, eğer dandik ve klişe çıkarsa çok pis saydırcam aha buraya yazıyorum.

Videoklip yönetmeni (Roxette, Moby, The Prodigy, Madonna, The Cardigans) İsveçli Jonas Akerlund'dan umutluyuz. Hem farklı kan, hem farklı ülke, hem farklı bir dünya'dan taze fikir ve anlatım beklentisindeyiz.

resmi sitesi

12 Mart 2009 Perşembe

Boyundan büyük aktör: Peter Dinklage

Yahu ben bunu bir yerden hatırlıyorum dediniz mi?
Pek göz önünde bulunmasa de birçoğunu tesadüfen izlediğim filmlerinden sonra minik dev oyuncu Peter Dinklage'in peşine düşüp bütün filmlerini buldum.

Station Agent, Find Me Guilty, Penelope, gibi -sadece bir cüce cast olmanın yeterli olmayacağı- filmlerde çok belirgin önemli karakterleri son derece inandırıcı biçimde canlandırırken, Narnia: Prince Caspian, Underdog gibi fantastik filmlerle de bizi hem kendine hayran bırakıyor ve hem de çok eğlendiriyor.

Bu adamı izlerken çok usta bir aktörün küçük bir bedende dünyaya tekrar geldiği hissine kapılıyorsunuz. Dinklage birçok normal boyuttaki aktörde göremediğimiz ustalıktaki oyunculuğuyla ve boyundan beklenmeyecek kadar cool ve ağırbaşlı kişiliğiyle bizi kendine hayran etti. Size doesn't matter :)

10 Mart 2009 Salı

Yeni Dönem Rus Bilimkurgusu: Obitaemiy Ostrov


Trailer kalitesi iyi değil fakat altyazılı olduğu için tercih edildi

Rusların kendi ülkeleri içinde o kadar büyük bir pazarı var ki, her yıl sürüyle film çekilmesine rağmen, dışarıda fazla duyulmaz. Son kriz öncesinde, sanmayın ki Rusya'da zengin olanların hepsi dolarla purolarını yakıp cillop hatunlarla günlerini gün etmekteydiler; özellikle sinema alanında ciddi yatırım yapan insanlar var.

İşte bunlardan biri, birkaç yıl öncesinde "9 Rota (9.Bölük)" filmiyle tanıdığımız Fyodor Bondarçuk, birkaç yıl önce ortaklarıyla beraber Moskova dışına milyon dolarlık bir film stüdyosu açtı. Şu an bu stüdyoda çekilen, bir film: Obitaemiy Ostrov (Yerleşim Adası, Yerleşilen Ada, Yaşamaya uygun Ada, nasıl çevirilir ki bu :D) bir süre önce vizyona girdi.

Bondarçuk bu filmi yardıraraktan iki bölüm halinde çekti. Filmin bütçesi 36.6 milyon $.


Film 2 trailer

Rusların teknik açıdan Holywood'dan geri kalmadıklarını ve görkemli filmler çekebildiklerini biliyoruz. İlk anda aklımıza gelen Noçnoy Dozor (Gece Nöbeti) ve Dnevnoy Dozor (Gündüz Nöbeti) gibi örnekler var. Umarız bu filmlerin sayısı artar ve biz de sadece Holywood'un bize dayadığı görkemli filmlerle yetinmek zorunda kalmayız.

Filmin ingilizce sitesi: http://oostrov.ru/flash.php?lang=2
Blog: http://blog.oostrov.ru/ (rusça)
Filmin Wikipedia Sayfası: http://en.wikipedia.org/wiki/The_Inhabited_Island
Fyodor Bondarçuk'un Yapım Stüdyosu: Art Pictures Studio www.art-pictures.ru

8 Mart 2009 Pazar

Johnny Depp + Christian Bale = Public Enemies

Buna bir de Michael Mann eklenince kim itiraz edebilir?
Dua edelim de Depp sette dolaşırken falan bir şey devirmesin yoksa çok pis dayak yiyebilir. Çünkü PR faaliyetinde Depp'in tek başına öne çıkarılmasından bizim kadar Bale de pek hazzetmemiş olsa gerek :)

resmi sitesi
Apple trailer sayfası

Eastern Promises ve Rusların Dövme Gerçeği

Zamanında Eastern Promises filmi vizyona girdiğinde, filmde dikkatimizi çeken ilginç şeylerden biri Viggo Mortensen'in oynadığı karakterin üzerindeki dövmelerdi.

Dövme kültürü, rus hapishanelerinde çok baskın ve çok önemli. Yapılan her dövmenin bir anlamı ve hikayesi var. Zaten filmin bir sahnesinde Viggo hiç konuşmadığı halde, dövmelerinden bütün geçmişi yüzüne karşı okunuyordu.
Bu dövmelerin çıkışı "Vory V Zakone" (Hırsızlar Yoldaşlığı diye çevirmek yanlış olmaz herhalde) tarihine dayanıyor. Konu hakkında buradan bilgi edinebilirsiniz:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=vory+v+zakone
http://en.wikipedia.org/wiki/Thief_in_law

Bahsettiğim dövmelerin bir kısmı ise örneklerle ve anlamlarıyla beraber bu linkte:
http://www.phaseloop.com/foreignprisoners/exp-russian_tats.html

Bu linkte de filmde Viggo abimizin dövmelerini ayrıntılarıyla anlatmış:
http://community.livejournal.com/easternpromises/47809.html

7 Mart 2009 Cumartesi

T4 setinde hata yaparsan Christian Bale affetmez !




Role konsantre olmak ve hakkını vermek için olağanüstü çaba gösterdiği ve yorulduğu anlatılan Christian Bale, çekim sırasında filmin görüntü yönetmeni (Shane Hurlbut) arkaplanda dolaşırken proplardan birini devirip konsantrasyonunu bozunca Bale sinirleniyor. DP de biraz pişkin davranınca olay kopuyor. Burada aktörün iş aşkına, hem kariyeri hem de milyon dolarlık blockbuster altındaki sorumluluğu da eklenince tepkiye pek şaşırmıyoruz aslında.

Böyle olaylar setlerde oluyor ancak bu kaydın ortalığa düşmesi sansasyon yarattı. Büyük baskı altında yapılan sinema işinin ne kadar zor olduğunu görüyoruz. Ama buna aktör kaprisi deyip geçmeyip, işini ne kadar ciddiye aldığına bakıp ne güzel bir film geliyor diye sevinmeliyiz bana göre :D

4 Mart 2009 Çarşamba

Eyvahlar Olsun ! Tırsss....

Bu motion poster kavramı yeni çıktı, inşalla görmeye devam ederiz. Oeehh!

bir süre önce Terminator: Salvation'ın motion poster'i ile, bu kavramla tanışmıştık, yalnız o daha banner havasındaydı The Hauntingin posteri abarmış, enfes.

3 Mart 2009 Salı

Huzur Terminatör'de

Curious Case of Benjamin Button (Benjaminin* kırmızı kasesi)

*Evet benjamin burada brad pitt oluyor

"Bretpit negzel bir insan ve keytblanşet de taş gibi maşallah" izleniminin ardından bakacak olursak ne gerek vardı 3 küsür saate diyoruz. İkilinin ters yönde akan yaşamlarının kesişip (madden ve maanen) yaş/yaşam sorgulamaya ilişkin sorunların gündeme gelmesi için zaten bi buçuk saat beklemişken case'in curious bi durumu kalmadı haliyle.

Esas meselenin geri planda kalıp bradpitt in bradpitt olmadığı** ilk bölümdeki efekt show ile gözdolduran, tilda swinton'a resmen yazık olduğu, hatta haksızlık, insafsızlık edildiği, "yapıt***" ile buna bin basan filmlerin yönetmeni david fincher çok ayıp etmiş, hiç yakıştıramadım. Ver kürkü****.

150 milyonluk bütçenin 100 milyonunu aman 3d kafa yapalım brade yapıştıralım efektte çığır açalım diye harcayan yönetmen kalan 50 milyonla filmi apar topar bitirmek zorunda kalmış maalesef. 13 dalda oscara aday olabilirsin ama bize sadece bir tane güzel film yapsan ödül almasan da bize yeterdi be bilader. Ama noldu aldın işte görsel efekt oscarını başın göğe ermiştir artık.

** Filmin yaklaşık ilk 50 dakikasında gerçek Brad Pitt hiç görünmüyor, küçük bedenli başka oyunculara takılmış 3D animasyon Brad Kafası izliyoruz.
*** Ay negzel film olsun sanat olsun saatlerce suda yüzen kayığa bakalım düşünelim modeli metabolizmaya zarar.
**** Kedilerin sahip olduğu tek değerli eşyası olan kürkün, besleme ve büyütme emekleri karşılığında sahibi tarafından kediden istenmesi durumu.

2 Mart 2009 Pazartesi

The Hunt for Gollum! (a.k.a. Mayısta arkadaşlarla Golluma giriyoruz*)

* Girmek: Kurbana girmek :D

İlk okuduğumda inanasım gelmemişti. Chris Bouchard isimli delirmiş arkadaşımız, 3000 dolar evet yanlış okumadınız sadece üçbin $ bütçeyle 40 dakikalık bir ortadünya filmi çekiyor: The Hunt for Gollum.
http://www.thehuntforgollum.com adresinden gelişmeleri ve ayrıntılı bilgileri alabileceğimiz bu film için 100'den fazla gönüllü varmış (ne kültürmüş birader). Trailer'da görülen Caradhras (Misty Mountains) sahnesini görürken "oha helikopter mi kiralamışlar" diye düşünürken, o çekimlerin full cg olduklarını da siteden öğreniyoruz.

Sonuç? İş ticari değil ve 3 Mayıs'ta siteden online olarak seyredilebilecek.
Bana sorarsanız bu işin içinde bir bit yeniği var ama neyse :)

Underworld 3: Rise of Lucian*

*Filmin asıl adı Rise of the Lycans.

Underworld sevenler 3. filmi ilk gördüğünde "olur mu canım Selena'sız Underworld mü olur peeh" demiş olabilirler. Aha söylüyorum olur ve de olmuş şahane de olmuş. Şahsen Len Wiseman ve Kate Beckinsale gibi iki önemli topun seriden ekarte edilip direksiyonun da ilk yönetmenlik deneyimi olacak aşmış yaratık tasarımcısı Patrick Tatopoulos'a verilmesine şaşırmış ve kıllanmıştım. Patrick hem işini çok iyi yapmış üstüne de yönetmenlik yapmış daha ne?

İlk iki filmdeki Selena'nın baskın hatunsal triplerini kenara koyup maço bir Lycan filminin ortaya çıkmasında Lucian (Michael Sheen) karakterinin öne çıkmasının payı büyük. PR stratejisi tamamen Victor üzerine kurulup afişlere Bill Nighy oturtulmuş olsa da bu aslında tamamen Lucian'in filmi.

Film prequel yani ilk 2 filmden öncesine gidiyoruz. Selena henüz vampir olmadığı için ortalıkta yok ve ilk bölümlerden aşina olduğumuz Victor'un kendi kızını -bir Lycan'a (Lucien) aşık olduğu için- henüz güneşte kızartmadığı erken zamanlar. Lucian sayesinde artık Lycanları tutuyoruz. Aksiyon dozu tavan yapmış, modern silahlar ve motorlu taşıtlar bulunmayan, iyice karanlık bir Underworld filmine hazır olun.

Spirit (a.k.a Ruhsuz Şehir)

Frank Miller'in yönettiği The Spirit görsel/grafik anlamda coştursa da, konu gereği kahramınımızın "aman şehrim, ruhum, bitanem" demecinden eser koklatmayan bir film olmuş. Geniş bir kadraj neredeyse yok, mekan tanımı yok, uğruna defalarca dayak yenen şehir nedir ne değildir hiç birşey yok. Ya close-uplar var ya da abstre arkaplanlar. (bkz kahramanı yakalayan Samuel Jackson'lu Scarlet Johanson'lu nazi manzaraları) Şehirle ilgili görüp görebileceğiniz iki şey var, biri çatıların üzerinde hoplayıp zıplarken üstten azıcık gördüğümüz manzara, diğeri de afişi. (ki afiş nefis)

Heyecanlı bekleyişimiz sükut-u hayale sürüklendi, tamam siyahları kırmızıları mat beyazları seviyoruz ama 102 dakka sırf görsel seyreylenmez ki?

Rodriguez'in olmaması Frank Miller'ı iyice çizgi romana itmiş naaapsın? Haliyle ortaya hareketli çizgi roman bir film çıkmış.

Netice: 1. Frank Miller Robert Rodriguez'le film çekmeliymiş. 2.Scarlet ve Eva tüm ihtişamlarına rağmen filmi kurtarmaya yetmezmiş. 3. Sin Sity'de ağzımız açık izlediğimiz görsel/grafik stil ikincisinde aynı afiyetle yenmiyormuş 4. Rodriguez'e 10 ytl bütçe versek bile film çekermiş. (bu ayrı bi konunun necitesi)

Avatar titretir mi?

Epeydir sinema salonunda koltuğa yapışıp titreyerek izlediğimiz, 10 dakika arada ohhh diye derin bir nefes alma şansı bulduğumuz film çıkmadı. Return of the King'teki Minas Trith kapışması ile Matrix 3 teki Battle for Zion bizi titreten kelime-i şehadet getirmemize neden olan unutulmaz deneyimlerdi.

Uzun süredir gizli kapaklı Avatar'a kasan James Cameron baba umarız umudumuzu boşa çıkarmaz ve bizi tir tir titreten altımıza yaptıran bir filmle çıkar ortaya saklandığı yerden. Michael Bay Scifi Action çıtasını çok çok yukarı taşımakla meşgul Transformers 2 ile şu dakikalarda. Avatar cephesinde ise saatler Aralık 2009'u gösteriyor geçmiyor vakit geçmiyor hemen gelsinnn izleee, titreeeee, delirrr...

Recep İvedik'in Türk Sineması'na katkısı.

Şahan'ı çok severiz, tv de programları süper eğlenceliydi. Recep ivedik 1 ve 2 yi çekti çok iyi gişe yaptı helal olsun, parasında pulunda gözümüz yok. Sonuçta İvedik dışındaki Türk filmlerinin de pek hayrını gördüğümüz ve muhteşem olduğunu söyleyemezken burada Recep İvedik'e saydırmamıza hiç gerek yok.

Ama şu var ki Türk Sinemasında bir kıpırdanma oldu son dönemde yeni ve ilginç yapımlar çekilmeye başlandı. Sinemamızda ilerleme adına bir umut görmeye başlayıp sevinmiştik ki Şahan geldin içine ettin sinema denen şeyin. Keşke hep TV de kalsaydın, allah gözünü doyursun. Senin yaptığın sinemanın da, oyunculuğun da, sana sinemacı diyenin de taaaa ...

Neden? Çünkü çoğu prodüktörün amacı belli, Türk Sinemasını coşturayım diye bir kaygıları zaten yok. Adam bakıyor, İvedik bilmemkaç milyon gişe yapıyor, ne gerek var deyip dalıyor plaj filmlerine, saçma sapan 5 para etmez komedilere. Özellikle 2.filmden sonra Türk sineması 50 yıl geriye gitmiştir. Umudumuz idealist sinemacılarda.

Rescue Dawn

Christian Bale'in bu filmde anlattığı pilotla gözgöze gelme hikayesi, daha küçük bir çocukken başrolünde oynadığı Steven Spielberg filmi Empire of the Sun 'a göndermedir.

İnanmayan izlesin: http://www.youtube.com/watch?v=bej9pmx7u0c

Maymun Furlong: Dark Reel !

Bu isim Terminatör 2 ve American History X gibi müstesna filmlerde yardımcı erkek oyuncu rollerini oynama başarısını elde etmiş Edward Furlong'un yeni adı. Dark Reel de son filmi.

Sen git süper filmlerle daha çocuk yaşta kariyerine bomba gibi başla, sonra karı-kız, para-pul, drug n drop görünce, maymunun önde gidenlerini oynayarak kariyerini yerin dibine sok.

Hey gidi Edward hey, tamamını toplasan ilk filmin yarısı bile etmeyen Crow serisinde bile başrol oynamaya kalktın, sonra gittin Tamer Karadağlı ile rol paylaştın. Biz seni aman çocuklar duymasına veya prenses perfinyaya oyuncu olarak gelir diye beklerken şimdi de B movie leş korku filmlerine bulaşmısşsın allah akıl fikir versin diyorum güzel kardeşim.





Queen of the Damned (Burada Damned biz izleyiciler oluyoz maalesef)

Hayatımda seyrettiğim en kötü vampir filmlerinden bir tanesi ki gördüğüm kadarıyla kitabın yanına yaklaşamamakla kalmamış, Lestat karakterini maymuna çevirmiş, Neil Jordan'ın interview with the vampire filmindeki sanatsal tad, karakter çözümlemeleri, kurgu ve muhteşem ışık gibi özelliklerini taklit etmeye uğraşmasına rağmen son derece başarısız olmuş bir film.
Bittiğinde seyretmez olaydım dedirtti.

Filmin Ölüm Vadisi'indeki konser sahneleriyle ilgili olarak söylenebilecek tek şey, ulan hiç mi Dynamo ya da ne biliim doğru dürüst bir müzik festivali gözlemlemediniz, o kalabalık öyle mi hareket eder, insanlar öyle mi eğlenir, yuh be. komik olmuş resmen ki Lestat'ın sahnedeki hareketleri, zaman zaman yaptığı playbackteki ağız hareketlerinin tam uymaması, izleyenleri güldürttü diyorum. neredesin Tom Cruise, neredesin Neil Jordan diyorum başka birşey diyemiyorum.

Haydi herşeyi geçtim, ama Hollywood'da görsel teknolojinin geldiği nokta belli, buna rağmen filmin görsel efektlerinin bile vasatın altında kalması olayını çözebilmiş değilim. o vampirlerin ayarı değiştirilmiş mouse cursor'u gibi onion skin efektiyle ilerlemeleri, Lestat'ın arasıra gözlerinin mahalle kedisi gibi parlaması, konser sekansı sırasındaki kalabalığın copy paste seklindeki goruntusu falan.. Ha filmin soundtrack'i çok başarılı, ona birşey diyemiyorum ki Jonathan Davis amcaya saygılar sunuyorum.

Yönetmen ve Fotografici arkadaşı da eldeki bu kadar imkana rağmen atmosfer yaratmadaki başarısızlığından dolayı kutlar, hayatta başarılar dilerim.

Ayrica unutmadan, bilindigi gibi Neil Jordan'in interview with the vampire filminde de tipler kitaptaki halleriyle birebir degildirler ama yine de filmin butunlugu icinde siritmazlar. Şimdi sizlere Queen of the Damned filmindeki Armand karakterini gosteriyor ve yuh diyorum. (hatirlanacagi uzere bu karakteri vampirler gorusmede Antonio Banderas oynamıştı):

Banderas'ın karizmaya gel...

Bi de şu maymuna bak!

Donnie Brasco hakkında gerçekler

Donnie Brasco şahane film.

1. Gerçek lefty, filmin sonunda gösterildiği gibi "çağırılma" olayıyla öldürülmedi. 1981 yılında FBI tarafından yakalandı ve Brasco'nun sızdırdığı bilgilere dayanılarak 20 yıl hapis cezası aldı. 1990'larda serbest bırakıldı; 1995 yılında new york'taki evinde 72 yaşında kanserden öldü.

2. Çok enfes Sonny Black, 1982 yılında öldürülmüş olarak bulundu. Elleri kesilmişti ve vücudunda shotgun'la açılmış delikler vardı. Brasco'yu aileye kabul eden sorumlu olarak, yine mafya tarafından öldürüldüğü sanılıyor.

3. Filmde gösterildiği gibi, Lefty'e gerçekten bir aslan hediye edilmişti. amma velakin bu aslan filmde gösterildiği kadar büyük değil yavru imiş. Aslan biraz büyüyüp kontrolü zorlaştığında götürüp bir parkta ağaca bağlayıp terketmişler :d

Gerçek Donnie Brasco

4. Gerçek Donnie, bilindiği gibi filmde mücevheratçı olarak geçer, eleman bu mafya işine sızmadan önce gerçekten değerli taşlar ve elmaslar konusunda eğitim almak üzere bir okula gitmiş.